Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alper şaşkın ve meraklı gözlerle bir Atatürk müzesini andıran salonu incelerken, Sedef, anneannesinin boynuna bir sarılıyor bir geri çekilip bir şeyler söylüyor sonra bir daha sarılıyordu. "Getirdim günahlı çikolatalarını..." "Hay yaşa!" dedi tiz bir sesle Mehtap Hanım. Alper, çeşitli gazetelerin o daha küçük bir çocukken verdiği, bir kısmına kendi evlerinden de aşina olduğu Atatürk posterlerine, fotoğraflarına, dolaplı kanepenin ortasındaki kitaplığa yerleştirilmiş Nutuklara, Atatürk konulu kitaplara baktı bir süre. "Bu da bunların kutsal kitabı, alıp evine koyanı çok, okuyanı, okusa da anlayanı az..." diye bir düşünce geçti aklından. Bakışları salonda dolaşmaya devam etti. Mehtap Hanım'ın ilk gençliğinden ileriki yaşlarına uzanan, kadının yaşamının özeti niteliğinde, çoğu siyah-beyaz fotoğrafa bakıyordu şimdi. Fotoğraflar Alper'e, Mehtap Hanım'ın yüzündeki derin çizgilerin herkesin unuttuğu bir geçmiş zaman dili olduğunu, kadının gözlerindeki dalgınlığa gömülü anıların ancak bu dil çözülürse ifşa edilebileceğini düşündürdü. "Kimse bir günde bu hale gelmiyor," diye geçti aklından, "biz de böyle olacağız."
Sayfa 194 - Sözler: Sakla bizi Üsküdar, Marmara sahilleriKitabı okudu
Şeffaf dil hiçbir çift anlamlılık içermeyen formel, hatta tamamen mekanik, işlemsel bir dildir. Wilhelm von Humboldt zamanında insan dilinde yerleşik olan şeffaflıktan yoksunluğa işaret etmişti: “Bir kişinin bir kelimeyle kastettiği bir diğerininkiyle tamı tamına aynı değildir ve her farklılık, ne kadar küçük olursa olsun, sudaki bir halka gibi yayılır dilin bütününe. Bu yüzden her anlama aynı zamanda bir anlamama, düşünce ve duygulardaki her mutabakat aynı zamanda bir ayrılıktır.”Sadece enformasyonlardan oluşan ve bunların parazitsiz dolaşımına “iletişim” adı verilen bir dünya bir makineye benzerdi. Olumluluk toplumu “içinde hiçbir olayın kalmamış olduğu bir yapıdaki enformasyonun şeffaflığı ve müstehcenliği”nin hâkimiyeti altındadır. Şeffaflık zorlaması bizzat insanı sistemin işlevsel bir öğesi düzeyine indirir. Şeffaflığın şiddeti buradadır.
Sayfa 16 - Olumluluk ToplumuKitabı okuyor
Reklam
Yemeği farklı bir baharatlı ve ateşte pişirmek, yasanın ve ahlakın sınırlarının dışına çıkan bir dostluğun tarafı olmak, rüzgârı ve güneşi dikkate alarak şarabı dinlendirmek, benzeri olmayan nar çiçeği kırmızısını tuvale aktarmak, bir kuş sesini flütle tekrarlamak, iktidara ortak olan yazı’yı parçalayarak yeniden kurmayı denemek, sevgili ile yasanın ve ahlakın dışında bir dil oluşturmak, Aşık olmadan çocuk yapmamak, hayvanlara tasma takarak doğalarını bozmamak, tarım yapmanın tahakküm üreten boyutunu fark etmek, haritanın dışında oluşmuş bir duygu ve düşünce dünyası edinmek, bu edimlerin içinden geçen bir bedeni edinme kaygısı taşımak yaratıcılığı etkinleştirir, etkin düşünceyi kuvvetlendirir; böylece tikel ve farklı olana hassasiyet gösteren düşünce, haysiyet de edinmeye başlar.
Ölüm gerçeği herkes tarafından bilinse de, bunu daha çok dinler, dini bilgiler vurgulamaktadır. Bu dünyadaki ömrümüzün sınırlı olduğu, vaktimizi en iyi şekilde değerlendirmemiz gerektiği ve hatta nasıl bir dünya hayatı sürmemiz gerektiği dinimizde hep tavsiye edilmektedir, hatta bazı ayetlerde doğrudan emredilmektedir. Tabi inanıp inanmamak, bu tavsiyelere uyup uymamak herkesin kendine kalmış bir tutum ve inisiyatiftir. Din, özellikle mensubu olduğumuz son din, en başta okumayı emreder. Sevginin önemini ön plana çıkarır. Dürüst ve doğru olmayı, temiz olmayı öğütler. Dünya hayatının geçici ve bir imtihan olduğunu vurgular. Elbette bir ömür yolunda dünyevi mücadelenin içinde yuvarlanıp gitmek de var. ''Her şey olacağına varır'' düşüncesiyle bir boş vermişliğe düşmek de var. Ama imtihanların, diğer tanımıyla sınavların ne anlama geldiğini okuduğumuz okullardan biliyoruz. Sınavlardan alınan notlara göre sınıflar geçildiğini biliyoruz. Çalışan, öğrenen, bilen sınavlarda zorluk çekmeden geçer. Türk Dil Kurumu sözlüğünde sınavın, yani imtihanın ''sonucunda deneyim kazandıran zor bir durum'' olarak açıklandığı gibi, bu dünyada bunun için ne yaptığımız, zamanımızı nasıl kullandığımız, yani sınava nasıl hazırlandığımız çok önemli. Hele tüm bunların sonucu olarak, sınavdan nasıl geçeceğimizi ve ahiret hayatında bunların değerlendirileceğini bilmek, düşünmek de çok önemli.
Sayfa 41 - Az KitapKitabı okuyor
Hakikat güzel, hem ateşli, hem efkârlı (düşünce değeri taşıyan) şiir numûnesi Tercüman-ı Hakikat'te Hayret serlevhası altında Deli Şair imzasıyla neşrolunmuştur. Aferin Deli birader! Lügat dizmemişsiz; inci ve efkâr-ı âli (yüce düşünceler) dizmişsiz. işte bazı ebyatı (beyitleri) bunlardır: Semadan bir melek hayretle der: İnsanlar, insanlar! Nedir bu ruy-ı arzı kaplıyor al kanlar, insanlar. Ölen kim, öldüren kim, zulmeden kim, ağlayan kimdir? Biraz fikreyleyin; sizden değil mi onlar? İnsanlar!
Sayfa 207Kitabı okudu
Kişiler, duygu ve davranışlarının nedenini ve sorumluluğunu çevresel unsurlara yükleyerek yanılırlar. Şöylesi ifadelere yaşamda sıkça rastlanır: “Beni sinirlendirdi”, “Günümü berbat etti”, “Bu çocuklar sonunda beni hasta edecekler”, “Kayınvalidem beni çıldırtıyor”, “Tutumun ve tavrın beni çok incitti”, vb. Bunlar duygu ve düşüncelerin nedenlerinin bireyin dışında olduğu öğretisini yansıtan örneklerdır. Maalesef günlük yaşamdaki yerleşik ve öğrenilmiş dil böyledir. Bu güçlü öğrenmeden dolayıdır ki, “Söylediği lafa üzüldüm”, “Bana yaptığı şeyin günümü berbat etmesine izin verdim” örneklerinde olduğu gibi, duygu ve davranışların nedenlerini bireyin yorumlarında gören düşünce biçimleri öğrenilmemiştir, öğretilmemiştir. Böyle düşünülebilseydi, çözümlerin hemen kişinin elinin altında olduğu da görülebilirdi. Kişi, “ Karımın eve geç gelmesi beni sinirlendirdi” yerine, “Karımın eve geç gelmesine sinirlendim” düşüncesiyle yaklaşabilse, kendisini nasıl sinirlendirdiğinin yollarını araştırmaya girişebilecektir. Böylelikle, gelecekte kendisini sinirlendirmekten uzak durmayı da öğrenebilecektir.
Sayfa 129 - Agora kitaplığı,20.basım,İstanbul, Nisan 2022Kitabı okuyor
Reklam
İnsanın dilinde 40 milyona yakın tat dokusu vardır. Bunlardan 4 milyon tanesi aktif diğerleri ise aktif değildir, yani sadece aktif olanları destekleyici mahiyettedir. Dilin iki ana katmanı doku ve tat üzerine yaratılmıştır. Birinci dokuda var olan 4 milyon adet reseptör, arkasında var olan 40 milyon adet reseptörün ana tetikleyicisidir.
İnsanımızın yabancılaştığını söylemek, muhte­vası açıklığa kavuşturulması gereken bir soyutlamadır. İnsanımızın "insani özüne" yabancılaştığını ifade etmek istiyorsak, yabancılaşma kavramını felsefi anlamıyla kabul ediyoruz demektir. Felsefi anlamda yabancılaşmanın, dünyevi düşünce planında bir vehim olduğunu ileriki sayfalarda belirtmeye çalıştık. Yok eğer insanımız kendi kültürüne yabancılaşmıştır diyorsak, hangi kültürün kendi kültürümüz olduğunu tespit etmemiz gerekir. Bununla tarihi birikimin uzantısı olan değerleri anlıyorsak, niçin tarihi birikim tercihe değer bir bütün olsun? Cahiliye dönemi Arap ve Türk kültürleri de bu toplulukların "asl"ına ait vasıflar değil mi? İnsanımızın inançlarına yabancılaştığını söyleyecek isek yanlış bir dil kullanıyoruz demektir. Çünkü bununla belki günahkarlığı, fasıklığı, zalimliği, irtidadı ve gavurlaşmayı anlatmak istiyoruzdur. Eğer böyleyse kelimeleri yerli yerinden kullanmak doğru olur. Mürted veya putperest yerine yabancılaşmış insan demenin faydası ne?
[••“Entelektüel, maalesef Türkiye'de dürüstlük vasfını çoktan kaybetmiştir. Entelektüel, siyasî mevkilerden caize ve mevki koparmak isteyen bir mahluktur. Haysiyeti kalmayan entelektüelin, dil konusunda da büyük bir haysiyet ve fedakârlık göstereceğini ümit edemiyorum.”••]
Sayfa 350 - İletişim Yayınları
Freud'a göre insanoğlunun doğuştan getirdiği iki temel kuvvetli eğilim vardır: cinsellik ve saldırganlık. Bu iki temel eğilim insanoğlunun bir toplum içinde uyumlu yaşamasını zorlaştırdığından, cinsellik ve saldırganlık davranışları, anne-baba, öğretmen gibi çocuğun sosyalleşmesinde önemli rol oynayan kişilerce çocukluktan itibaren sürekli baskı altında tutulur ve cezalandırılır. Freud'a göre toplum tarafından hoş karşılanmayan cinsiyet ve saldırganlık duyguları bilinçaltına itilirler, çünkü bu tür düşünce ve istekleri sürekli bilinçte tutmak bireyde gerginlik ve rahatsızlık yaratır. Bilinçaltına itilmiş arzuların farkında olamayız, ancak onlar bizim davranışlarımızı etkilemeye devam ederler. Psikoanalitik yaklaşım dil sürçmesi, unutmalar, hatalar ve buna benzer davranışları bilinçaltındaki isteklerin ifadesi olarak kabul eder. Bilinçaltına itilme zorunda kalan istekler orada kaybolup gitmezler; şu veya bu biçimde toplumca kabul edilebilen davranış kılıfına bürünerek (sanat, bilim, spor alanlarında) kendilerini ifade ederler.
Sayfa 31
Reklam
İngilizlerin sömürgesi Hindistan'daki emelleri işlemekteydi...
Sanat ve edebiyat dünyasında meydana gelen bu çöküş,ilim ve düşünce alanı da sıçranmış halkın cahil bırakılmasının yanısıra cehaletten de öte toplumu bir şüphecilik kaplamıştı.Din açıkça alaya alındığı gibi,herkes herşeyi bildiğinin inancını taşımaktaydı. Batı gelenekleri,giyiniş tarzları,batıya özentili bir dil giderek saygınlık kazanmaya başlamıştı.
Filozof Mortimer Adler'in kaleme aldığı Kitapları Nasıl Okumalı kitabında"Bir kitabı okumak kolaysa,dil alışkanlıklarınıza ve düşünce biçimlerinize güzelce uyuyorsa,o kitap sizi muhtemelen pek geliştirmez.Eğlenceli olabilir ama anlayışınızı ilerletmez.Esaslı olan,zor okunan kitaptır.Tırmık kullanmak kolaydır sonuçta elinde kalan yapraklardır.Kazmak ise zordur ama sonunda elmas bulabilirsin.
Sayfa 130Kitabı okudu
Eğer her şey mutlak çeşitlilik olsaydı, düşünce özelliklere bağlanırdı ve tıpkı Condillac'ın heykeli gibi, hatırlamaya ve karşılaştırmaya başlamadan önce, kendini mutlak çeşitliliğe ve mutlak tekdüzeliğe teslim ederdi. Ne bellek, ne mümkün hayal gücü ne de buna bağlı olarak düşünce olurdu. Ve şeyleri birbirleriyle karşılaştırmak, özdeş çizgilerini tanımlamak ve bir cins ad oluşturmak olanaksız olurdu. Dil olmazdı. Eğer dil varsa, bunun nedeni, özdeşliklerin ve farklılıkların altında, doğal sürekliliklerin, benzerliklerin, tekrarların, kesişmelerin tabanının bulunmasıdır.
Sayfa 185 - Les mots et les choses : Une archéologie des sciences humaines. İmge Kitabevi Yayınları, İkinci Baskı Ekim 2001, ISBN: 975-533-075-5]Kitabı okuyor
Dil ile bilinç birbirinden ayrı düşünemeyeceğimiz kadar sıkı ilişki içinde kavramlar. Sadece dil ile düşünmüyoruz; düşünme biçimimiz de dil ile şekilleniyor, dil durumu ve düşünceyi belirliyor. Dil düşünceyi yaratıyor, düşünce de dili. Kültürün dili, dilin kültürü yarattığı gibi.
"dilin ve yazının keyfi işaretleri, insanlara fikirlerinin sahipliğinden emin olma ve onları her yüzyıldaki keşiflerle sürekli artan bir mirasmışçasına, başkalarına aktarma olanağı verir; ve insan türü, ta ortaya çıktığı ândan itibaren, bir filozofa, tıpkı bir birey gibi çocukluk ve gelişme dönemleri olan koskoca bir bütün olarak gözükmektedir."⁹³ Dil, zamanın sürekli kopukluğuna mekânın sürekliliğini verir ve dil, temsili çözümlediği, eklemleştirdiği ve bölümlere ayırdığı ölçüde, şeylerin bilgisini zaman boyunca birbirine bağlama gücüne sahiptir. Mekânın karışık tekdüzeliği dille birlikte parçalanır, bu arada ardışıklıkların çeşitliliği birleşir. ⁹³Turgot, Tableau des Prpgrés Successifs de L'Esprit Humain, 1750, Oeuvres. s. 215,
Sayfa 177 - Les mots et les choses : Une archéologie des sciences humaines. İmge Kitabevi Yayınları, İkinci Baskı Ekim 2001, ISBN: 975-533-075-5]Kitabı okuyor
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.